Admin Administrator
Kayıt tarihi : 2010-07-07 Mesaj Sayısı : 251 Nerden : İstanbul Yaş : 29 Durumunuz : Dul :D
| Subject: 2.Bölüm. 6.kısım | |
| Engellemek istesem bile içimde büyüyen büyük merakı tanıdım. Bella Swan'ı ilginç bulmayı göze alamazdım, ya da daha doğrusu, o bunu göze alamazdı. Şimdiden, onunla başka bir konuşma şansı için heyecanlıydım. Annesiyle, buraya gelmeden önceki hayatıyla, babası ile olan ilişkisiyle ilgili daha çok şey öğrenmek istiyordum. Karakterini daha çok ortaya çıkaracak her anlamsız ayrıntıyı… ama onunla geçirdiğim her saniye bir hataydı, onun almaması gereken bir risk. Dalgınlıkla, gür saçını tam da ben kendime başka bir nefes için izin verdiğim sırada arkaya attı. Kokusunun özellikle yoğun bir dalgası boğazımın arkasına darbe indirdi. İlk günkü gibiydi – harap edici mermi gibi. Yakıcı susuzluğun acısı başımı döndürdü. Kendimi sırada tutabilmek için yine masayı kavramam gerekti. Bu sefer biraz daha kontrollüydüm, en azından hiçbir şey kırmadım. İçimdeki canavar homurdandı; ama acımdan memnun kalmadı. Çok sıkı bağlıydı. Şu anda. Nefes almayı tamamen bıraktım ve kızdan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım. Hayır, onu büyüleyici bulmayı göze alamazdım. Onu ne kadar ilginç bulursam, öldürme ihtimalim o kadar artardı. Bugün, çoktan iki küçük hata yapmıştım. Üçüncü bir tane daha yapar mıydım, küçük olmayan hatayı? Zil çalar çalmaz, sınıftan dışarı fırladım – muhtemelen ders boyunca yarım şekilde verdiğim kibar izlenimi yok ederek. Tekrar, dışarıdaki iyileştici, temiz ve ıslak havayı içime çektim. Kız ile arama mümkün olduğunca daha çok mesafe koymak için acele ettim. Emmett beni İspanyolca sınıfınının kapısında beklemişti. Vahşi ifademi bir an inceledi. Nasıl gitti? diye merak etti ihtiyatla. "Kimse ölmedi." dedim mırıldanarak. Sanırım bu da bir şey. Alice'in sonlarda dersi astığını gördüğümde düşündüm ki… Sınıfa yürürken kafasındaki kısa zaman öncesine ait, son sınıfının açık kapısından gördüğü anıyı izledim: Alice hızla ve boş bir yüzle fen binasına doğru hızla yürüyordu. Hatırladığı, kalkıp ona katılma isteğini hissettim ve sonra kalma kararını. Eğer Alice onun yardımını isteseydi, söylerdi… Sırama çökerken gözlerimi dehşet ve tiksinmeyle kapattım. "Bu kadar yakın olduğunu anlamamıştım. Yapacağımı düşünmemiştim… Bu kadar kötü olduğunu görmemiştim." dedim fısıldayarak. Değildi, diye güvence verdi bana. Kimse ölmedi değil mi? "Doğru." dedim dişlerimin arasından. "Bu sefer değil." Belki gittikçe kolaylaşır. "Tabii." Ya da belki onu öldürürsün. Omuz silkti. İşleri eline yüzüne bulaştıran ilk kişi olmazsın. Kimse seni çok sertçe yargılamaz. Bazen bir insan sadece çok güzel kokar. Bu kadar uzun dayanabilmenden etkilendim. "Yardımcı olmuyorsun Emmett." Kızı öldüreceğimi, bunun bir şekilde kaçınılmaz olduğunu kabul edişinden dehşete düştüm. Çok güzel kokması onun suçu muydu? Bana olduğunu biliyorum…, anılarına döndü, beni kendiyle beraber yarım yüzyıl geriye, orta yaşlı bir kadının elma ağaçları arasına gerili ipten kuru çamaşırlarını topladığı loş bir taşra sokağına götürdü. Elmaların kokusu havada yoğundu – hasat zamanı geçmişti ve atılmış meyveler yere yayılmıştı, çürükleri kokularını yoğun bulutlar halinde salıyordu. Taze biçilen kuru ot kokusu, bu kokunun arkaplanındaydı, bir karışım. Yolu yürüdü, kadının hiçbir şekilde farkında olmayarak, Rosalie için bir iş yaparken. Gökyüzü yukarıda mor, batı ağaçlarının üstünde turuncuydu. Kıvrımlı yolda yürümeye devam etti ve bu akşamı hatırlamak için hiçbir sebep yok gibi göründü, ani bir akşam esintisinin beyaz çarşafları yelken gibi uçurup, kadının kokusunu Emmett'in yüzüne göndermesi dışında. "Ah." diye inledim sessizce. Sanki kendi hatırladığım susuzluk yeterli değilmiş gibi. Biliyorum. Yarım saniye sürmedi. Karşı koymayı düşünmedim bile. Anısı katlanabileceğimden çok daha açıktı. Ayaklarımın üzerine zıpladım, dişlerim çeliği kesecek kadar sert kilitlenmişti. "Esta bien, Edward?" diye sordu Senora Goff, ani hareketimden şaşkınlığa uğrayarak. İfademi onun zihninde görebiliyordum ve yüzümün iyi olmaktan çok uzak olduğunu biliyordum. "Me perdona." diye mırıldandım kapıdan dışarı fırlarken. "Emmett – por favor, puedas tu ayuda a tu hermano?" diye sordu. "Tabii," dediğini duydum Emmett'in ve sonra tam benim arkamdaydı. Binanın uzak tarafına kadar beni takip etti ve yakalayıp elini omzuma koydu. Elini gereksiz kuvvetle ittim. Bu, bir insan elindeki kemikleri kırardı ve onlara bağlı kol kemiklerini. "Özür dilerim Edward." "Biliyorum." Havayı derin derin içime çektim, kafamı ve ciğerlerimi temizlemeye çalıştım. "O kadar kötü mü?" diye sordu anısındaki kokuyu düşünmemeye çalışıp, pek başarılı olamayarak. "Daha kötü Emmett, daha kötü." Bir anlığına sessizdi. Belki… "Hayır, daha iyi olmaz. Sınıfa dön Emmett. Yalnız kalmak istiyorum." Başka bir söz söylemeden ya da düşünmeden döndü ve hızlıca uzaklaştı. İspanyolca öğretmenine hasta olduğumu ya da dersi astığımı ya da tehlikeli şekilde kontrolden çıkmış bir vampir olduğumu söyleyecekti. Mazereti gerçekten fark eder miydi? Belki geri dönmeyecektim, belki gitmek zorunda kalacaktım. Tekrar arabama gittim, okulun bitmesini beklemek için. Saklanmak için. Yine. Zamanı kararlar vermekle ya da çözümümü desteklemekle harcamalıydım; ama tıpkı bir bağımlı gibi , kendimi okul binalarından gelen düşünceleri dinlerken buldum. Aşina sesler ileri çıktı; ama o anda Alice'in gelecek görüşlerini ya da Rosalie'nin şikayetlerini dinlemek istemiyordum. Jessica'yı kolayca buldum; ama kız onunla değildi, o yüzden aramaya devam ettim. Mike Newton'un düşünceleri dikkatimi çekti ve sonunda onunla bağlantı kurabildim. Mike mutsuzdu, çünkü bugün Biyoloji'de Bella'yla konuşmuştum. Kafasındna konuyu açtığında kızın verdiği cevabı tekrar geçiriyordu. Onun burada kimseyle bir kelimeden fazla konuştuğunu görmemiştim. Tabii ki, Bella'yı ilginç bulmaya karar verdi. Ona bakışını hiç beğenmiyorum; ama Bella onun hakkında pek heyecanlı gözükmüyordu. Ne söylemişti? "Geçen pazartesi nesi olduğunu merak ettim." Onun gibi bir şey. Umrundaymış gibi gözükmemişti. Pek konuşma olmuş olamaz… Kendini karamsarlığından o şekilde kurtardı, Bella'nın benimle olan diyaloğuyla ilgilenmediği fikriyle neşelendi. Bu beni kabul edilebilir düzeyin bayağı üzerinde rahatsız etti, o yüzden onu dinlemeyi bıraktım. Müzik setine sert bir müzik CD'si taktım ve diğer sesleri boğana kadar sesini açtım. Kendimi Mike Newton'ın düşüncelerine geri dönmekten, kızı gözetlemekten alıkoymak için çok fazla odaklanmam gerekti. Saat bitmek üzereyken birkaç kere hile yaptım. Gözetlemek değil, diye ikna etmeye çalıştım kendimi. Ne zaman beden dersinden çıkacağını, ne zaman park yerinde olacağını bilmem gerekiyordu. Beni hazırlıksız yakalamasını istemiyordum. Öğrenciler spor salonunun kapılarından çıkmaya başladığında, neden yaptığımdan emin olmayarak arabadan dışarı çıktım. Yağmur hafifti – saçımı yavaşça ıslatmaya başladığında görmezden geldim. Onun beni burada görmesini mi istiyordum? Gelip benimle konuşmasını mı umuyordum? Ben ne yapıyordum? Davranışımın yanlış olduğunu bilerek kendimi arabaya geri girmek için ikna etmeye çalışmama rağmen, hareket etmedim. Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve onun, dudakları kenarlarından aşağıya inmiş bir halde bana doğru yavaşça yürümesini izlerken hafifçe nefes aldım. Bana bakmadı. Birkaç kere yüzünü buruşturarak bulutları, sanki onu gücendirmişler gibi izledi. Yanımdan geçmek zorunda kalmadan arabasına ulaştığında hayal kırıklığına uğradım. Benimle konuşur muydu? Ben onunla konuşur muydum? Soluk kırmızı bir Chevy kamyonete bindi, paslanmış, babasından daha yaşlı dev bir canavar. Motoru çalıştırmasını izledim – eski motor park yerindeki diğer araçlardan daha yüksek sesle kükredi – ve sonra ellerini ısıtıcının önüne uzattı. Soğuk onun için rahatsız ediciydi – sevmiyordu. Parmaklarıyla saçlarını ayırdı, buklelerini, sanki onları kurutmak istiyormuş gibi sıcak hava dalgasına doğru getirdi. Kamyonetin içinin nasıl kokacağını hayal ettim ve sonra hızlıca bu düşünceyi bastırdım. Geri gitmeye hazırlanırken etrafına göz gezdirdi ve sonunda yönüme doğru döndü. Bana sadece yarım saniye boyunca baktı, gözlerini kaçırıp kamyoneti geriye doğru sürmeden önce gözlerinde okyuabildiğim tek şey şaşkınlıktı. Ve sonra yine durdu, kamyonetin arkası Eric Teague'ı santimlerle sıyırdı. Ağzı üzüntüyle açılarak dikiz aynasından baktı. Diğer araba arkasından geçtiğinde, bütün kör noktaları iki kere kontrol etti ve park yerinden o kadar dikkatle çıktı ki sırıtmama neden oldu. Sanki eski kamyonetinin içinde tehlikeli olduğunu düşünüyormuş gibiydi. Bella Swan'ın ne sürüyor olursa olsun, herhangi birine tehlikeli olması düşüncesi, kız önüne bakarak önümden geçtiğinde beni kahkahalarla güldürdü.
|
|